4 Ekim 2007 Perşembe
3 Ekim 2007 Çarşamba
1 Ekim 2007 Pazartesi
TARİH VE MİLLET
TARİH VE MİLLET
Bugün tarihin derinliklerine baktığımızda buradaki insanlar her zaman asker olma vasfı içindedir ve ömürleri boyunca askerlik onların bedenlerine ,ruhlarına işlemiş ki havası,toprağı ve doğası gibi sert mizaçlı insanlar olmuşlardır.
Bugün kimse bu medeniyet köküne inmemektedir, kimse gerçekleri görmek istememektedir. Çünkü gerçekler bazılarının suratına bir tokat gibi çarpıp geçecektir ve arkasına hiç bakmayacaktır. O bazılarına göre bu gerçekler yalandır. Çünkü onların çarpıtılmış gerçekleri,yollarından sapmış davaları vardır ve bu gerçekler o davalara ihanet olacaktır. Ve ihanetin itiraflarını çıplaklığıyla ortaya çıkaracaktır.
Artık İskender’in zamanı değil,Helen cumhuriyetinin hiç zamanı değildir. Bugün İskender’in yaptığı bu seferi hazırlayan ana nedenlerle dolu Gılgames’ın ülkesinin zamanındır.
Bugün Hamurabi’nin, Banipal’in zamanıdır. Kardeşi Enkidu ile aslan avına çıkmanın verdiği hazzı yaşayan Gılgames gibi bizim de onun mirasından haz alma vaktimizdir.
Medeniyetimizi yeryüzüne taşımanın vaktidir artık. Görülmeyeni görme vakti,bilinmeyeni ortaya sermenin zamanıdır. Eyüp ’a bugün sahip çıkmalıyız ve ona minnet duymalıyız. Eyüp belki bir İskender değildir ama bizim için İskender ‘den önemlidir.
Eğer İskender ’in yaptığının sonuçlarını biz bugün görebiliyorsak ve bunların sonuçları bizi etkiliyorsa her şeye en ince ayrıntısıyla bakmamız gerekecek. Çıkarcılığımızı,kendimizi,yakınlarımızı,milletimizi kayırmanın,diğer milletlerden üstün görmenin zamanı değildir. Onlara eşit mesafeyle bakmalıyız. Yoksa gerçekleri görmemiz hiç mümkün olmayacaktır.
Yeryüzünde temsil hakkı olarak isminizin çatısı altında bir devlet olmayabilir ama hiç önemli değil. Çünkü tarih insanlığa göstermiştir ki büyük kültürler hiçbir zaman yok olmaya mahkum değildir yeter ki sizde kültürünüzü koruyacak onu savunacak güç olsun.
Küreselleşen,artık sınırların kalktığı,herkesin birbirine karıştığı,kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan koca bir köy olmuş bu dünyada önemli olan bizim insan olarak üstümüze düşen görevi yerine getirmemizdir. Nerden geldiğimizi unutmadan,kökümüze sarılarak,ama aynı zamanda hümanist bir birey olarak dünyaya hangi pencereden bakacağımızı veya kaç pencereden bakacağımızı artık öğrenmemiz gerekir ve buna göre bütün şartlarımızı oluşturmamız lazım.
Unutmayalım ki tarih bizimdir,millette bizizdir. O zaman tarihe ve millete adaletli bir şekilde yaklaşmamız ve öyle değerlendirmemiz gerekmektedir. Bunu yaptığımız ölçüde başarılı olabiliriz aksi takdirde yeni Hiroşima’lar yeni Nagazaki‘ler bizi bekleyecektir ve böyle bir durumda da artık hem tarih hem millet hem de dünya için çok geç olacaktır.
Ünal Çağabey
Bugün tarihin derinliklerine baktığımızda buradaki insanlar her zaman asker olma vasfı içindedir ve ömürleri boyunca askerlik onların bedenlerine ,ruhlarına işlemiş ki havası,toprağı ve doğası gibi sert mizaçlı insanlar olmuşlardır.
Bugün kimse bu medeniyet köküne inmemektedir, kimse gerçekleri görmek istememektedir. Çünkü gerçekler bazılarının suratına bir tokat gibi çarpıp geçecektir ve arkasına hiç bakmayacaktır. O bazılarına göre bu gerçekler yalandır. Çünkü onların çarpıtılmış gerçekleri,yollarından sapmış davaları vardır ve bu gerçekler o davalara ihanet olacaktır. Ve ihanetin itiraflarını çıplaklığıyla ortaya çıkaracaktır.
Artık İskender’in zamanı değil,Helen cumhuriyetinin hiç zamanı değildir. Bugün İskender’in yaptığı bu seferi hazırlayan ana nedenlerle dolu Gılgames’ın ülkesinin zamanındır.
Bugün Hamurabi’nin, Banipal’in zamanıdır. Kardeşi Enkidu ile aslan avına çıkmanın verdiği hazzı yaşayan Gılgames gibi bizim de onun mirasından haz alma vaktimizdir.
Medeniyetimizi yeryüzüne taşımanın vaktidir artık. Görülmeyeni görme vakti,bilinmeyeni ortaya sermenin zamanıdır. Eyüp ’a bugün sahip çıkmalıyız ve ona minnet duymalıyız. Eyüp belki bir İskender değildir ama bizim için İskender ‘den önemlidir.
Eğer İskender ’in yaptığının sonuçlarını biz bugün görebiliyorsak ve bunların sonuçları bizi etkiliyorsa her şeye en ince ayrıntısıyla bakmamız gerekecek. Çıkarcılığımızı,kendimizi,yakınlarımızı,milletimizi kayırmanın,diğer milletlerden üstün görmenin zamanı değildir. Onlara eşit mesafeyle bakmalıyız. Yoksa gerçekleri görmemiz hiç mümkün olmayacaktır.
Yeryüzünde temsil hakkı olarak isminizin çatısı altında bir devlet olmayabilir ama hiç önemli değil. Çünkü tarih insanlığa göstermiştir ki büyük kültürler hiçbir zaman yok olmaya mahkum değildir yeter ki sizde kültürünüzü koruyacak onu savunacak güç olsun.
Küreselleşen,artık sınırların kalktığı,herkesin birbirine karıştığı,kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan koca bir köy olmuş bu dünyada önemli olan bizim insan olarak üstümüze düşen görevi yerine getirmemizdir. Nerden geldiğimizi unutmadan,kökümüze sarılarak,ama aynı zamanda hümanist bir birey olarak dünyaya hangi pencereden bakacağımızı veya kaç pencereden bakacağımızı artık öğrenmemiz gerekir ve buna göre bütün şartlarımızı oluşturmamız lazım.
Unutmayalım ki tarih bizimdir,millette bizizdir. O zaman tarihe ve millete adaletli bir şekilde yaklaşmamız ve öyle değerlendirmemiz gerekmektedir. Bunu yaptığımız ölçüde başarılı olabiliriz aksi takdirde yeni Hiroşima’lar yeni Nagazaki‘ler bizi bekleyecektir ve böyle bir durumda da artık hem tarih hem millet hem de dünya için çok geç olacaktır.
Ünal Çağabey
30 Eylül 2007 Pazar
Fîlmên pêşbaziyê yên Porteqala Zêrîn diyar bûn
Fîlmên ku dê Pêşbaziya Festîvala Fîlman a Porteqala Zêrîn ya Antalyayê de bi hev re bikevin qayişkêşanê diyar bû. Festîval îsal di navbera 19-28'ê rezberê de li dar dikeve.44'emîn Festîvala Fîlman a Porteqala zêrîn Antalyayê ku ji aliyê TURSAK û AKSAV'ê ve tê li dar xistin dê 19'ê meha pêşiya me dest pê bike. Festîvala ku demek berê juriya Wê hatibû eşkerekirin, niha jî fîlmên ku di warê neteweyî de bi hev re bikevin pêşbaziyê diyar bûn.
Û lîsteya fîlmên ku dê bikevin pêşbaziyê:
- Ademîn Trenlerî (Trênên Adem), Derhêner Bariş Pirhasan- İyi seneler Londra, Derhêner Berkun Oya - Jan jan, Derhênêr Aydin Sayman- Mutluluk, Derhêner Abdullah Oguz - Multecî, Derhêner Reis Çelik- Munferît, Derhêner Yavuz Altun - Riza, Derhêner Tayfun Pirselimoglu- Sakli Yuzler, Derhêner Handan Îpekçî- Sis ve Gece, Derhêner Turgut Yasalar- Yaşamin Kiyisinda, Derhêner Fatih Akin- Yumurta, Derhêner Semih Kaplanoglu- Zeynep'in Sekiz Gunu, Derhêner Cemal Şan
Ji diyarname
Û lîsteya fîlmên ku dê bikevin pêşbaziyê:
- Ademîn Trenlerî (Trênên Adem), Derhêner Bariş Pirhasan- İyi seneler Londra, Derhêner Berkun Oya - Jan jan, Derhênêr Aydin Sayman- Mutluluk, Derhêner Abdullah Oguz - Multecî, Derhêner Reis Çelik- Munferît, Derhêner Yavuz Altun - Riza, Derhêner Tayfun Pirselimoglu- Sakli Yuzler, Derhêner Handan Îpekçî- Sis ve Gece, Derhêner Turgut Yasalar- Yaşamin Kiyisinda, Derhêner Fatih Akin- Yumurta, Derhêner Semih Kaplanoglu- Zeynep'in Sekiz Gunu, Derhêner Cemal Şan
Ji diyarname
Niviskarê kurd Nazîf Telek jiyana xwe ji dest da
Nivîskarê kurd ku demekê rojnamegerî jî kiribû Nazîf Telek di 49 salîya xwe de bêwext ji nava me koç kir.
Telek di sala 1956 de li Bedlîsê hatibû cîhanê li Tirkîyeyê teknîkerîya înşaetê xwend û di sla 1980 de ji sebebê siyasî hat Almanyayê. Dema hê Telek li welat bûye helbest nivisandiye. Telek li Almanyayê jî dest bi nivsiandina çîrokan kir û pirrayîyên çîrok û helbestên xwe bi du zimanan weşand. Drei Cowboys in Kurdistan(Li Kurdistanê sê Kovboy) yek ji çîrokek wî ya naskiri ye .
Telek di 2004an de pirtûka xwe ya bi navê Von Kurdistan nach Deutschland(Ji Kurdistanê heta Almanyayê) ku tê de serpêhatîyên malbatek ji Kurdistana Başûr dihate berbiçavkirin, bi pêşgotina niviskarê alman ê navdar Gunter Wallraf weşand.
Telek endamê PENê û Yekîtîya Niviskarên alman bû û di sala 1996an de xelat WDR ê (televizyona Almanyaya Rojava), ji bo mafên zarokan û di sala 2001 de jî xelata Kitêbxaneya Neteweyî bo helbesta xwe ya bi navê Deine Kirschlippen( Lêvên teyî qeresî) wergirt..
Telek ji sala 1980 û vir de li Almanyayê dijîya û welatîyê alman bû û doh ji ber nexweşîya xwe ya dûr û dirêj wefat kir. Li gora agahîya malbata wî termê Telekî dê bo Kurdistanê bê birêkirin û liBedlîsê were veşartin.
Hin berhemên din ên Telekî jî ev in:
Newroz fur uns alle( almani, tirki)
Rojda und die Binnen/Rojda û mêşên hungiv(almanî, kurdî)
Die Stärke der Löwin/Hêza şêr(almanî,kurdî)
Sehnsucht nach Freiheit/Hesreta azadîyê( almanî, kurdî
Martin & Misto. Die Geschichte einer Freundschaft/martîn û Misto.Çîroka hevaltîyekê(almanî,kurdî)
Ihr Lieben in Bidlis/Jiyana wan li Bedlîsê(almanî kurdî)Amadekar:M.Ş.OncuÇavkanî :Netkurd/Almanya
Telek di sala 1956 de li Bedlîsê hatibû cîhanê li Tirkîyeyê teknîkerîya înşaetê xwend û di sla 1980 de ji sebebê siyasî hat Almanyayê. Dema hê Telek li welat bûye helbest nivisandiye. Telek li Almanyayê jî dest bi nivsiandina çîrokan kir û pirrayîyên çîrok û helbestên xwe bi du zimanan weşand. Drei Cowboys in Kurdistan(Li Kurdistanê sê Kovboy) yek ji çîrokek wî ya naskiri ye .
Telek di 2004an de pirtûka xwe ya bi navê Von Kurdistan nach Deutschland(Ji Kurdistanê heta Almanyayê) ku tê de serpêhatîyên malbatek ji Kurdistana Başûr dihate berbiçavkirin, bi pêşgotina niviskarê alman ê navdar Gunter Wallraf weşand.
Telek endamê PENê û Yekîtîya Niviskarên alman bû û di sala 1996an de xelat WDR ê (televizyona Almanyaya Rojava), ji bo mafên zarokan û di sala 2001 de jî xelata Kitêbxaneya Neteweyî bo helbesta xwe ya bi navê Deine Kirschlippen( Lêvên teyî qeresî) wergirt..
Telek ji sala 1980 û vir de li Almanyayê dijîya û welatîyê alman bû û doh ji ber nexweşîya xwe ya dûr û dirêj wefat kir. Li gora agahîya malbata wî termê Telekî dê bo Kurdistanê bê birêkirin û liBedlîsê were veşartin.
Hin berhemên din ên Telekî jî ev in:
Newroz fur uns alle( almani, tirki)
Rojda und die Binnen/Rojda û mêşên hungiv(almanî, kurdî)
Die Stärke der Löwin/Hêza şêr(almanî,kurdî)
Sehnsucht nach Freiheit/Hesreta azadîyê( almanî, kurdî
Martin & Misto. Die Geschichte einer Freundschaft/martîn û Misto.Çîroka hevaltîyekê(almanî,kurdî)
Ihr Lieben in Bidlis/Jiyana wan li Bedlîsê(almanî kurdî)Amadekar:M.Ş.OncuÇavkanî :Netkurd/Almanya
KÜRTLERİN GÜNDEMİ
KÜRTLERİN GÜNDEMİTamer AYDIN-Nasname Yazarı Kürtler tarihsel olarak kritik dönemlerden geçmektedir. Türk genelkurmayı Kürt varlığını, Kürt kazanımlarını bir daha geri gelmemek üzere yok etmek için uluslararası alanda diplomatik, siyasi ve askeri çalışmalarını yoğunlaştırmış durumdadır. Son zamanlarda İlker Başbuğ’un açıklamaları, Ankara’da yürütülen Türkiye-Irak görüşmeleri, Türkiye-Suriye ve Türkiye- İran yakınlaşması Kürtlere karşı Türkiye’nin koordinatörlüğünde topyekun savaşın başladığını gösteriyor.Amerika’nın Irak’ta sıkıştığı ve çıkış yolu aradığı bilinmektedir. Amerika’nın ülkesinde yapılacak seçim gündemine girmeden bazı düzenlemeler yaparak en az zararla Irak’tan çekilmeyi veya en azından seçim sathı mahalinde önemli problem yaşamamayı düşündüğü ortadadır. ABD, ülkesinde 4 Kasım 2008’de yapılacak başkanlık seçimlerinden önce risklere ve fazla masrafa girmek istememekte, başının belada olduğu bölgelerdeki sorunları en aza indirmeye çalışmaktadır. Türk Genelkurmayı ve İlker Başbuğ bunu görmüştür. İlker Başbuğ’un bu aşamada Amerika’ya karşı tehdit içeren ‘’ Türkiye’nin gelişmeleri engelleyebilecek, maliyetlerini artırabilecek bir güce sahip olmadığı da söylenemez.” yönündeki açıklamaları ve bu yöndeki gizli diplomasisi ABD’ye gözdağı vermek ve pazarlık ortamı oluşturmak amaçlıdır. Bu tehdit, amacına ulaşmış, Türkiye’nin istediği anlaşmayı yapmak için Irak heyeti Türkiye’ye gelmiştir. ‘’Kerkük referandumunun geciktirilmesinin Sonuçları’’ başlıklı yazımızda da belirttiğimiz gibi İskenderun sancağının durumu ile Kerkük ve Güney Kürdistan’ın bugünkü durumu arasında benzerlikler bulunmaktadır. MGK devleti, dün İskenderun Sancağında Fransız işgal yönetimine uyguladığını bugün de işgal kuvveti olan ABD’ye uygulamaktadır. Tehdit ve şantaj politikasıyla sıkışmış işgal kuvvetini korkutup panikletmek ardından ülkenin ekonomik kaynaklarını, siyasi ve askeri gücünü önüne sererek satın almaya çalışacaktır. İşgal kuvvetine, Kürtler için değmeyeceğini önüne serdiği rüşvetleri göstererek kazançlı çıkacağını belirtecektir. MGK devletinin bu şantaj politikasından sonuç almaya başladığı görülmektedir. Iraklı yetkililerin bu aşamada Ankara’ya gelmesi ABD’nin de Türkiye’nin tehditlerini ciddiye aldığını göstermektedir.Bu aşamada uluslararası konjokturun Kürtlerin aleyhine olduğunu, Kürtlerin ağır sorunlarla yüzyüze olduğunu, kazanımlarının ve hayallerinin tehlikede olduğunu söyleyebiliriz.Bu tehlikeli saldırının önlenmesi için öncelikle Kürtlerin birlik olması, Kuzeyi ve Güneyi ile saldırıları savuşturmak için işbirliği yapması gerekmektedir. Kürtlerin gündemi kazanımları korumak ve saldırıya birlikte karşı koymanın yolunu aramak olmalıdır. Güney Kürtleri, Ankara’da yapılan anlaşmaya verdikleri tepkiyle tehlikenin farkında olduğunu göstermişlerdir. Kürt ordusunun sözcüsü, "Irak, Kürdistan Bölge hükümetinin onayını almadan herhangi bir ülkenin ordusuna 'Kürdistan Bölgesine girme veya Kürdistan Bölgesinin sınır egemenliğini ihlal etme' izni veremez" diyerek komploya tepkisini koymuştur. Kürtler ağır saldırı ve tehdit altındayken kuzey Kürtlerinin gündemi ise Güney Kürtlerinden farklı. Kürt milli varlığı ağır bir saldırı altındayken Kuzey Kürtlerinin güçlü örgütü’’‘Önder Apo’yu Yaşa ve Yaşat’ kampanyası başlatacaklarını belirtti. Öcalan’ın yerinin değiştirilmesi ve tedavi sürecinin başlatılmasının aciliyet arzettiğini kaydeden KCK, ‘sonuç alıncaya kadar eylemsellik’ yapılacağını söyledi.KCK’nin bu ortamda yaptığı açıklamada da görüldüğü gibi Kuzey Kürtlerinin gündeminin farklı olduğu görülüyor. KCK’nin önceliğinin Kürt milli varlığı değil Öcalan olduğu görülüyor.
09/30/2007 07:09 PM
Nasname'den alınmıştır..
09/30/2007 07:09 PM
Nasname'den alınmıştır..
4 HPG'linin cenazesi ailelerine verilmedi
Şırnak'ın Beytüşşebap İlçesi'nde bulunan Kato Dağı'nda çıkan çatışmada yaşamını yitiren 4 HPG'linin cenazesi ailelerine verilmedi.
Kato Dağı'nda çıkan çatışmada yaşamını yitiren HPG'li Hamit Bayram'ın Adana'daki, İhsan Tekeş, Esat Güler ve Zeki Gürbek'in ise Diyarbakır'daki aileleri cenazelerini almak için geldiği Beytüşşebap'ta cenazeleri alamadan geri döndü.
Cenazeleri almak için Beytüşşebap Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuran ailelere, Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla DNA testi sonuçlanmadan cenazelerin verilmeyeceği yanıtı geldi. Ayrıca HPG'li Hamit Bayram'ın ailesine Beytüşşabap Cumhuriyet Savcılığı tarafından dün verilen defin izni ise aynı gerekçeyle iptal edildi.
Beytüşşebap Devlet Hastanesi morgunda bekletilen cenazeleri teşhis eden aileler, cenazeleri alabilmek için kendilerinden alınan örneklerle yapılacak DNA sonucunu bekleyecek.DİHA
Kato Dağı'nda çıkan çatışmada yaşamını yitiren HPG'li Hamit Bayram'ın Adana'daki, İhsan Tekeş, Esat Güler ve Zeki Gürbek'in ise Diyarbakır'daki aileleri cenazelerini almak için geldiği Beytüşşebap'ta cenazeleri alamadan geri döndü.
Cenazeleri almak için Beytüşşebap Cumhuriyet Başsavcılığı'na başvuran ailelere, Şırnak Cumhuriyet Başsavcılığı'nın talimatıyla DNA testi sonuçlanmadan cenazelerin verilmeyeceği yanıtı geldi. Ayrıca HPG'li Hamit Bayram'ın ailesine Beytüşşabap Cumhuriyet Savcılığı tarafından dün verilen defin izni ise aynı gerekçeyle iptal edildi.
Beytüşşebap Devlet Hastanesi morgunda bekletilen cenazeleri teşhis eden aileler, cenazeleri alabilmek için kendilerinden alınan örneklerle yapılacak DNA sonucunu bekleyecek.DİHA
650 askeri operasyon
PKK'nin 1 Ekim 2006 tarihinde ilan ettiği tek taraflı ateşkesin üzerinden tam bir yıl geçti. Geçen süre içinde hükümet ateşkese olumlu tavır takınmadı, ordu ise ateşkesin yürürlüğe girdiği gün operasyonların dozunu artırarak 'gerilla avına' çıktı. Ordu, bir yıllık ateşkes süresi içinde tam 650 kez operasyona çıktı. Ateşkes sürecinde darbe yiyen hep Kürtler oldu. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, tam 4 kez görüşlerinden dolayı hücre cezasına çarptırıldı, 1 Mart 2007 tarihinde ise zehirlendiği ortaya çıktı. Kürtler 27 Nisan muhtırasında ise düşman ilan edildiler. 1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. PKK'li üst düzey yetkililere suikast yapmak için PKK saflarına intihar timleri gönderen Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Kürtler, ateşkes sürecinde serhildan ruhuyla alanlara çıkıp PKK ve Öcalan'ın muhatap alınmasını, uzatılan barış elinin tutulmasını talep ettiler. Ancak tüm talepleri yine muhatapsız kaldı. Sözde sivil Anayasa'nın açıklanan taslağında ise Kürtlerin K'sinden bile bahsedilmediği ortaya çıktı. 1999 yılında susan silahlar, 5 yıl sonra 1 Haziran 2004'ten itibaren yeniden konuşmaya başladı. Çatışmaların yeniden tırmanmasının temel nedeni artan ordu operasyonlarıydı. Tarih yaprakları 2006 Eylülü'nü gösterdiğinde ufukta ateşkes belirdi. PKK ve Öcalan, 5. kez ilan edilecek bir ateşkes için ihtiyatlıydı. Ancak ulusal ve uluslararası ortam ateşkesi bir zorunluluk olarak hızla gündemleştiriyordu. DTP, ABD, hükümet, sık sık ateşkes için niyet bildiriminde bulundu. KKK'nin talepleri dikkate alacağı haberleri üzerine 12 Eylül'de olası bir ateşkesi önlemek için Diyarbakır'da bomba patlatıldı. Olayda 7'si çocuk 11 kişi hayatını kaybetti. 13 Eylül'de açıklama yapan KKK, 'Katliamın sorumlusu Türk özel savaş güçleridir' dedi. 29 Eylül'de Erdoğan, ateşkes için konuştu ve 'Ateşkes yanlış, PKK silah bırakır' açıklaması yaptı. Ateşkes tartışmasına 29 Eylül'de PKK Koordinatörü Edip Başer de katıldı ve 'Ateşkes yanlış ifade' dedi. 29 Eylül'de ise PKK'nin ABD'li Koordinatörü Ralston konuştu ve 'PKK'ye taraf statüsü veremem' ifadelerini kullandı. Aynı gün emniyet de görüş bildirdi. Emniyet, PKK muhatabımız değil açıklamasını yaptı. Ay sonuna doğru ateşkes talebine Öcalan'dan olumlu yanıt geldi. Öcalan, 28 Eylül'de yaptığı açıklamada, 'Gelin hep birlikte Türkiye'de ve Ortadoğu'da silahı sonsuza dek sonuç alma yöntemi olmaktan çıkaralım' çağrısı yaptıktan sonra, 'Barışa bir şans daha veriyor ve PKK'ye ateşkes çağrısında bulunuyorum' dedi. HPG ve KKK açıklamaya uyacağını belirtti, 1 Ekim tarihi itibariyle de ateşkes fiilen hayata geçti. Ancak ateşkes kararıyla birlikte operasyonlar birden bire artmaya başladı. Şırnak'a bağlı Cudi Dağı'nın Kursa Keça ve Tikera alanlarında başlatılan operasyon daha genişletilerek sürdürüldü, Bingöl'e bağlı Yayladere alanında başlatılan operasyonun da kapsamı genişletildi. Yüksekova'ya bağlı Çarçella dağına yönelik başlatılan operasyon ise durdurulmadı. 1 Ekim'de konuşan Erdoğan, ateşkesi değerlendirdi ve 'Durduk yere operasyon olmaz' dedi. Ancak gelişmeler bir kez daha Erdoğan'ın dediği gibi olmayacaktı. Türk adaletine sığınsınlarAteşkes kararının alınmasından sonra ateşkese karşı takınacağı tavır merak konusu olan ordudan ilk açıklama 2 Ekim'de geldi. 2 Ekim'de ateşkesi değerlendiren Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, ateşkesin sonuç doğurmayacağını net şekilde ortaya koydu, PKK'ye Türk adaletine sığınsınlar açıklaması yaptı. Büyükanıt, 'TSK silahlı tek terörist kalmayıncaya kadar terörle mücadelesini sürdüreceğini çeşitli defalar açıklamıştır' dedi. Bu sözlere yanıt Erdoğan'dan geldi. 2 Ekim'de Erdoğan, 'Güvenlik güçlerine 'tedbiri bırakın' gibi bir talep olamaz. Ama hiçbir şey yokken de herhalde güvenlik güçleri kendine bir görev çıkarmaz' diye konuştu. Büyükanıt'ın sözlerinin üzerinden henüz bir gün geçmişti ki Bölge'den çatışma haberleri gelmeye başladı. 3 Ekim'de sahneye bu kez Baykal çıktı ve hükümete 'Operasyon yapmak zorundasın' tepkisini gösterdi. Ankara'da bu tartışmalar yaşanırken ateşkes sonrası operasyonlarda korkunç bir artış yaşandı. 16 Ekim'de 15 günlük bilanço yayınlayan HPG, 15 gün içinde 34 operasyon yapıldığını duyurdu. HPG operasyonlar sırasında 19 çatışma yaşandığını, çatışmalar sonucu 9 asker ile 5 gerillanın da yaşamını yitirdiğini bildirdi. Kürtler ise ateşkese sık sık destek verdiler. 2 Aralık'ta Şırnak'ta binlerce kişi KKK'nin 1 Ekim'de yürürlüğe giren ateşkes kararına destek vermek ve askeri operasyonları protesto etmek amacıyla yürüyüş yaptı. Kitle, yönünü Cudi Dağı'na dönerek açıklama yaptı. Operasyonların sonraki günlerde de sürmesi üzerine 7 Aralık'ta açıklama yapan KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık, ateşkes sürecinin kritik bir aşamada olduğunu söyledi ve 'Ateşkes tehlikeli bir sürece girdi' dedi.Ovada siyaset yaptırmadılarAteşkes sonrası Türkiye'nin gündemi Ağar'ın 9 Ekim'de yaptığı 'Gelsinler düz ovada siyaset yapsınlar' sözüyle yeniden hareketlendi. Ağar'a Baykal 10 Ekim'de sert tepki gösterdi ve 'Sen af çıkarırsan arkasından ne gelecek?' diye sordu. 14 Ekim'de ise Ağar-Büyükanıt savaşı başladı. 'Benim dönemimde asker konuşamaz' diyen Mehmet Ağar'a Büyükanıt'tan ağır yanıt geldi. Büyükanıt, 'O zat iktidarda olsa da biz bu konuları konuşuruz' dedi. 2 Kasım'da bir kez daha konuşan Büyükanıt, Türkiye'deki etnik tartışmalarla ilgili olarak, 'Atatürk bugünleri görseydi, kahrından giderdi' dedi. 19 Kasım'da ise Devlet Bahçeli, 'Vatan içerden hançerleniyor' diyerek sert mesajlar verdi. Siyasal irade tayin edildiTarih yaprakları 20 Ekim'i gösterdiğinde Kürt sorununda Kürtleri kimin temsil ettiğinin açık göstergesi Ankara'da ortaya çıktı. Öcalan'ın siyasi irade olarak kabul edilmesi amacıyla oluşturulan Özgür Eşit Yurttaş Hareketi'nin başlattığı imza kampanyasının sonuçları açıklandı. Kampanyaya 3 milyon 243 bin kişinin destek verdiği bildirildi. 16 Aralık'ta ise Kürtler barış için Ankara'ya yürüdü. 983 seçilmiş Kürt temsilcisi, operasyonların durması, ateşkesin çift taraflı kılınması talepleriyle 16-18 Aralık tarihleri arasında Diyarbakır'dan Ankara'ya yürüdü. TBMM Başkanı Bülent Arınç, görüşme taleplerine randevu vermedi, Kürtler Abdi İpekçi Parkı'nda 10 dakikalık oturma eylemiyle Arınç'ı protesto etti. 2007 baskı yılı oldu2007 yılının ilk günlerinde Türkiye menfur bir cinayetle sarsıldı. 9 Ocak'ta Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink, Osmanbey'de gazete binasının önünde öldürüldü. Yüzbinlerin buluştuğu cenaze töreninde en büyük kesimi Kürtler oluşturdu. Kürtler ve diğer halklar, 'Hepimiz Ermeniyiz' sloganı atarak, Türkiye'yi kaosa sürüklemek isteyen derin odaklara çok anlamlı bir yanıt verdiler. Aslında Dink cinayeti 2007 yılının ne şekilde geçeceğinin de çok açık göstergesiydi. 2006 yılında süren hak ihlalleri 2007 yılında had safhaya ulaştı. Öyle ki gözaltı, tutuklama vakaları 1993 yılının dahi üzerine çıktı. Hak ihlallerinden iki camia çok derin yaralar alarak çıktı. 2007 yılının ilk ayından itibaren Kürt basın-yayın organlarına adeta nefes aldırtılmadı. 5 Ocak'ta Toplumsal Demokrasi, 6 Mart'ta Gündem, 23 Mart'ta Azadiya Welat, 30 Mart'ta Güncel, 9 Nisan'da Gündem gazetesi kapatıldı. 2007 yılında 11 ay içinde Kürt basın yayın organlarına tam 10 kez kapatma cezaları verildi. Terörle Mücadele Yasası kapsamında sürdürülen sürek avından DTP de nasibini aldı. Yeni yılın ilk 5 ayında 500 DTP'li tutuklandı, bini aşkın kişi gözaltına alındı. Eşbaşkanlar Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk'a 1'er yıl 6'şar ay hapis cezası verildi. 21 Şubat'ta 'Kerkük'e yapılan bir saldırıyı Diyarbakır'a yapılmış sayarız' diyen DTP Diyarbakır İl Başkanı İbrahim Aydoğdu, bir gün sonra 'halkı kin ve düşmanlığa tahrik' etme suçlamasıyla tutuklandı. Hapse atılanlar arasında DTP Mardin İl Başkanı Ferhan Türk, DTP Dersim İl Başkanı Hıdır Aytaç, DTP Van İl Başkanı İbrahim Sunkur, DTP'li Kızıltepe Belediye Başkanı Aydın Budak da vardı. Daha önce Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir ve Hakkari Belediye Başkanı Metin Tekçe'ye 'Laz Direnç' imzasıyla tehdit mektupları gönderen karanlık bir isim, bu kez de 26 Mart'ta Kayapınar Belediye Başkanı Zülküf Karatekin'e, 10 Nisan'da Bostaniçi Belediye Başkanı Gülcihah Şimşek'e aynı isimle içinde zehirli madde bulunan birer mektup gönderdi. Bebek asker kurbanı olduKürtlerin pek çok zorluğa rağmen seçimlerde 22 milletvekiliyle Meclis'e girmesinden sonra milletvekilleri üzerinde psikolojik terör estirildi, DTP bu terörle baskı cenderesine alındı. Erdoğan, AKP yöneticileriyle medya, DTP'li milletvekillerine 'PKK'ye terör deyin' baskısı uyguladılar. Gebze Cezaevi'nde milletvekili olarak Meclis'e gönderilen Sebahat Tuncel hakkında dokunulmazlık kazanmasına rağmen yargılamasının devamına karar verildi. 3 davada yargılanan DTP eski Eşbaşkanı Aysel Tuğluk hakkında da benzer karar alındı. 24 Eylül 2006'da İçişleri Bakanlığının Sur Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlık görevinin düşürülmesi başvurusunu değerlendiren Danıştay, belediyenin çokdilli uygulamasının Anayasa'ya aykırı olduğuna karar verdi. Danıştay 8. Dairesi, ayrıca Belediye Başkanı Abdullah Demirbaş'ın başkanlığının düşürülmesini kararlaştırdı. Siirt'in Pervari ilçesine bağlı Çemê Karê Yaylası'nda ekonomik ambargoya alınıp yolları askerler tarafından kapatıldığı için ateşi yükselen 6 aylık bir bebek hastaneye yetiştirilemeden öldü. Karakol yetkilileri hakkında suç duyurusunda bulunmaya giden bebeğin babasının da aralarında bulunduğu 15 kişi, Pervari'de gözaltına alındı. 12 Eylül 2007 günü HPG gerillalarının karakol bastığı yalanını öne çıkaran askerler, Dersim Ovacık ilçesi Yeşilyazı köyündeki evlere kurşun yağdırdı. Şemdinli Davası ise sivil mahkemeden alınarak askeri cezaevine verildi.650'yi aşkın operasyon oldu2007 yılının belirgin göze çarpan bir diğer özelliği de 2006'da süren operasyonların aynı hızda sürmesi oldu. Ordu, Bölge'de sık sık operasyonlara çıktı. Ancak operasyonların 1999 sonrasında düzenlenen operasyonlardan farkı vardı. İlk kez 2007 yılında 1990'lardakine benzer büyük çaplı, çok personelli operasyonlar düzenlenmeye başlandı. 14 Nisan'da Dersim'de tespit edilen 20 gerilla için düzenlenen kara ve hava operasyonuna tam 20 bin asker, 7 Mayıs'ta Cudi ve Gabar dağlarında HPG'ye yönelik başlatılan kara ve hava operasyonuna ise tam 20 bin asker katıldı. 2007 yılının Nisan ayı bilançosunu açıklayan HPG, bu ayda 68 operasyon gerçekleştirildiğini, 62 temas yaşandığını, en az 119 asker ile 22 gerillanın yaşamını yitirdiğini bildirdi. Operasyonlar devam ederken 3 Ocak'ta Erdoğan'dan koordinatör itirafı geldi. Erdoğan, Türkiye ve Amerika arasında PKK'yle mücadele için oluşturulan koordinatörlük mekanizmasının olumlu sonuç vermediğini söyledi. 29 Ocak'ta konuşan ABD'li Koordinatör Ralston da 'Türkiye PKK ile müzakere yapmalı' dedi. Ralston'un Mesud Barzani ile yaptığı görüşme sırasında söylediği bu sözler, Ankara'da büyük tepki uyandırdı. 8 Şubat'ta bu kez de Türkiyeli Koordinatör Edip Başer konuştu ve 'Güneyli Kürt liderlerle görüşebilirim' dedi. Başer'e yanıt 13 Şubat'ta Büyükanıt'tan geldi. Barzani'yi kasteden Büyükanıt, 'Hasmane konuşmalar yapıyor. Bu şekilde görüşmek mümkün değil' dedi. Koordinatörlük müessesesi sonuç getirmeyince Başer, görevden alındı, 22 Eylül 2007'de yerine Rafet Akgünay atandı. HPG verilerine göre Ateşkesin ilan edildiği 1 Ekim 2006-30 Ağustos 2007 tarihleri arasında 650'yi aşkın operasyon gerçekleştirildi. HPG verilerine göre bazı aylara ilişkin açıklanan operasyon bilançosu şöyle: 'Ekim 42, Kasım 38, Mart 58, Nisan 68, Mayıs 67, Haziran 77, Temmuz 39, Ağustos 45'Ordu yine çözüme karşı çıktı16 Şubat'ta ABD'de sahneye çıkan Büyükanıt, hedefe yine Kürtleri koydu. 'Büyük oyun var' diyen Büyükanıt, 'Bugün, terörle mücadele bağlamında çok büyük bir oyun başlamak üzeredir. Yapacakları tek şey perdeyi açmak. Perde açılmak üzere. Genel af ilan edin, anayasanızı değiştirin, Kürt kimliğini tanıyın, genel eğitimde Kürtçe'yi resmi dil olarak kabul edin, terör örgütünün lider kadrosunda bulunanlara Avrupa'da siyasi mülteci hakları tanınsın diye istekleri var. Değil kabul edilmesi, düşünülmesi gündeme gelmeyecek istekler vardır' ifadelerini kullandı. Türkiye'de anti-Kürt dalga hızla yükselirken çok sürpriz bir isimden çok sürpriz açıklamalar geldi. 28 Şubat'ta Evren Sabah Gazetesi'ne konuştu. Evren'in 'Kürtlere kardeş muamelesi yapmalıyız. Kaç senesi var bilmem ama Türkiye ileride eyalet sistemine geçebilir. Kerkük'te haklarımız var ama gidip de işgal etmemize karşıyım. Türkiye, Kerkük'e girerse bütün dünyayı karşısına alır. DTP Meclis'e girsin' şeklindeki sözleri daha sonra tartışma başlattı. 2 Mart'ta Evren için inceleme başlatıldı. Kürtler düşman ilan edildi2007 Mart ayında peş peşe ortaya çıkan gelişmeler ordunun vesayetini yeniden gündemin ilk sıralarına yerleştirdi. Nokta Dergisi Genelkurmay tarafından hazırlandığı belirtilen basın-yayın organları hakkındaki değerlendirme raporunu yayınladı. Raporda, gazetecilerin TSK yanlısı ve TSK düşmanı diye ikiye ayrıldığı ortaya çıktı. Büyük tepki toplayan andıca sadece Baykal sahip çıktı. Mart ayı sonunda Nokta Dergisi bu kez de 2004'te ordunun iki kez darbe planı yaptığını gün ışığına çıkardı. 12 Nisan'da konuşan Büyükanıt, PKK'den milliyetçiliğe, darbe hazırlığı iddiaları ve cumhurbaşkanı seçimine kadar gündemdeki konular hakkında görüşlerini açıkladı, 'Köşk adayı sözde değil, özde laik olmalı... Sınırötesi fayda sağlar, ama siyasi karar gerekli... Günlük konusunda belgesiz işlem olmaz' dedi. Büyükanıt'a bir gün sonra Sezer'den destek geldi. Sezer, 'Rejim hiç bu kadar tehdit altında olmadı' diye konuştu. 27 Nisan akşamı Genelkurmay, internet üzerinden hükümete muhtıra verdi. Muhtırada, 'Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişeyle izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur' deniliyordu. Kürtleri de düşman ilan eden muhtıra karşısında tavrı merak edilen hükümet, ertesi gün orduya sert cevap verdi. Hükümet adına açıklamayı yapan Adalet Bakanı Cemil Çiçek, metnin 11. Cumhurbaşkanı'nı seçme sürecinde gece yarısı ortaya çıkmasının son derece dikkat çekici olduğunu belirterek, 'Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakan'a karşı sorumludur. Genelkurmay yargıya müdahale etti' diye konuştu. 19 Ağustos 2007 tarihinde 'Türk Tarihi ve Kültüründe Avşarlar' konulu sempozyumda konuşan Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Türkiye'de yaşayan Kürtlerin Türkmen kökenli, Kürt Alevileri'nin ise Ermeni kökenli olduğunu öne sürdü. Açıklama, Kürtlerde büyük infial uyandırdı.Öcalan zehirlendi!Ateşkesin üzerinden henüz 5 ay geçmişti ki toplumsal barışı sabote edecek vahim bir gelişme yaşandı. 1 Mart 2007'de Roma'da basın karşısına çıkan Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın avukatları, müvekkillerinin saç örneklerinde yapılan incelemede, öldürücü hastalıklara neden olabilecek normalin üzerinde stronsiyum ve kroma rastlandığını açıkladı ve Öcalan'ın durumunu inceleyecek bir uluslararası sağlık heyetinin oluşturulmasını acil olarak talep etti. Bilimsel verilerle de desteklenen bu durum, Kürtlerde geniş bir infial oluşturdu. 4 Mart'ta 54 DTP'li belediye başkanı PKK'nin ilan ettiği ateşkes devam ederken böyle bir teşebbüste bulunulmasının Türkiye'nin iç barışı ve toplumsal huzuruna yapılmış 'tehlikeli ve art niyetli bir müdahale' anlamı taşıdığını bildirdi. Adalet Bakanı Cemil Çiçek'in 'yalanı ortaya çıkaracağız' sözleri ise Kürtlerin tepkisine neden oldu. Tepkiler üzerine İmralı Adası'na bir sağlık heyeti gönderildi. 12 Mart'ta Adli Tıp Kurumu Öcalan'da zehirlenme vakası olmadığını duyurdu. Ancak toksikoloji uzmanları raporda çok ciddi eksiklikler olduğunu açıklayarak raporu güvenilir bulmadıklarını belirttiler. Raporu inandırıcı bulmayan Kürtler, Avrupa'da açlık grevi ve işgal eylemleri başlattı. Türkiye Öcalan'ın sağlığına kilitlenmişken Ankara'da birdenbire 'Sayın Öcalan' tartışması ön plana çıktı. Bir radyo programında Öcalan'a 'sayın' dediği iddia edilen Erdoğan'a yüklenen Baykal, 20 Martta 'Öcalan'a sayın diyen biri cumhurbaşkanı olmamalı' dedi. 5 gün sonra da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Erdoğan hakkında, 'sayın' dediği iddiaları üzerine inceleme başlattı, inceleme daha sonra beraatle sonuçlandı. Öcalan'ın sağlığı 2007 Newrozu'na da damgasını vurdu. Türkiye'nin 53 yerleşim biriminde kutlanan Newroz'a, hafta sonu olmamasına rağmen toplam 2 milyonu aşkın halk katıldı. Halk, meydanlarda İmralı'ya acil sağlık heyeti gönderilmesini talep etti. 4 kez disiplin cezası verildiAbdullah Öcalan'a yönelik tecrit ve katı muameleler 2006'da da sürdü. Yıl içinde Öcalan ile görüş 36 kez engellendi, görüşme ancak 22 kez yapılabildi. Öcalan, 2006 ve 2007 yılllarında ateşkes süresinde yaptığı görüşmelerdeki sözlerinden dolayı 4 kez cezaevi yönetimi tarafından disiplin cezasına çarptırıldı. Bir disiplin cezası uygulanmazken diğer cezalar hayata geçirildi. 19 Ocak'ta durumuna ilişkin açıklamalarda bulunan Öcalan, 'İntihara zorlanıyorum' dedi. Avukatlara 20 günlük hücre cezasının dışında fiili 7 günlük hücre cezası daha uygulandığını açıklayan Öcalan, intiharvari bir ölüme zorlandığını, oluşacak kötü sonuçları, halkın bunu istemeyeceğini bildiğinden böyle bir eyleme girişmeyeceğini, meydana gelebilecek bir ölüm olayından kendisinin sorumlu olmayacağını, devletin sorumlu olacağını söyledi. Öcalan, 19 Eylül 2007 tarihinde ise, 'Gelen doktorlar bana burundan akciğere kadar olan nefes borusunun artık iflas ettiğini söylediler' dedi.Kirli savaş geri döndü1 Ekim ateşkesinin yürürlüğe girmesinden sonra dikkati çeken bir diğer husus da 1990'lı yıllarda sık sık görülen kirli savaş yöntemlerinin geri dönmesi oldu. Türk ordusu, HPG'yle girdiği çatışmalarda kimyasal silah kullandı, misket bombaları attı, ormanları ateşe verdi, operasyon ve çatışmalarda sivil araçlar kullandı. Türk ordusunun kullandığı kirli savaş yöntemlerinin başında kimyasal silah kullanımı yer aldı. 2007'de çıkan çatışmalarda ilk kimyasal silah yöntemi, 31 Haziran 2007'de Şırnak'ın Uludere ilçesi kırsalında bulunan Kela Meme dağında hayata geçirildi. Çatışmada 8 HPG gerillası hayatını kaybederken 7 Nisan günü Bingöl'ün Kiği ve Yayladere ilçeleri arasındaki bölgede HPG gerillalarıyla Türk ordu güçleri arasında çıkan çatışmada da kimyasal silahlar kullanıldı. Türk ordusunun 2007'de yürüttüğü kirli savaşın bir diğer boyutu da sivillere yönelmesi oldu. Özellikle Güney Kürdistan sınır hattındaki yerleşim birimlerini sık sık bombalayan Türk ordusu, bu alanlarda ciddi zarara ve can kayıplarına neden oldu. HPG'ye göre Türk ordusu 27 Şubat 2007 tarihinden itibaren Güney Kürdistan sınır hattına 25 ayrı bombardıman gerçekleştirdi. Bombardımanda çok sayıda köylü yaralandı, yüzlerce bağ ve bahçe zarar gördü, binlerce köylü de evlerini terk etmek zorunda kaldı. Türk ordusunun en çok başvurduğu insanlık dışı kirli savaş yöntemlerinden biri de ormanların yakılması oldu. 2007 yaz aylarından itibaren Bölge'de ormanlık alanlara yangın bombaları yağdıran Türk ordusu, özellikle Dersim, Botan, Amed ve Bingöl'de orman arazilerini hedefleyerek çıkardığı yangınlarda binlerce hektar ormanı yok etti. Bu süre içerisinde Şırnak'ın Besta ve Gabar alanında onlarca orman arazisi de Türk ordusu tarafından yakıldı. Türk ordusunun 2007 yılında işlediği diğer kirli savaş suçu da misket bombaları kullanması oldu. Türk ordusu, 31 Temmuz 2007'den itibaren Güney Kürdistan'a gerçekleştirdiği bombardımanlarda misket bombalarını yoğunluklu olarak kullandı. Araziye saçılan misket bombaları sivilleri tehdit ederken 9 Eylül'de Haftanin alanında bir misket bombasının patlaması sonucu 3 köylü yaralandı. Yaralılardan biri 12 yaşındaki bir çocuktu. Kürtler sık sık uyarılarda bulunduPKK operasyonların daha da artması, hak ihlallerinin dur durak bilmemesi üzerine çeşitli tarihlerde açıklamalar yaparak uyarılarda bulundu. 24 Kasım 2006'da KKK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan, 'Ateşkesi gözden geçirebiliriz' mesajı verdi. 28 Kasım 2006'da bir kez daha konuşan Karayılan, 'PKK olarak sorunun demokratik ve barışçıl şekilde çözülebileceğini söylüyoruz. Bu kabul edilmiyorsa ikinci seçenek sınırların değişmesidir' dedi. 7 Aralık 2006'da artan operasyonları bu kez KKK Yürütme Konseyi üyesi Cemil Bayık değerlendirdi. Bayık, 'Türk ve Kürt halkları arasında kopma yaşanacak' uyarısı yaptı. 15 Mart 2007'de açıklama yapan KKK, Öcalan'ın zehirlenmesine ilişkin hükümetin yaklaşımının ciddi olmadığını vurgulayarak, 'Eğer erken davranılmazsa, yarın çok geç olabilir ve tarihin affetmeyeceği bir süreçle karşı karşıya kalınabilir' uyarısı yaptı. 19 Mart 2007'de ANF'ye demeç veren Kalkan da sürecin Kürtlerin imhasına dönüştürüldüğünü belirterek, 'Türk-Kürt ilişkisi kalmayacak. Biz 1 Ekim'de ateşkes ilan ederken, barıştan ve demokratik çözümden söz ederken, onlar ölümümüze zaten çoktan karar vermişler, ölüm mangalarını eğitip görevlendirmişler' diye konuştu. Kalkan, ayrıca TMYK'de öldürülecekler listesi, tutuklanacaklar listesi hazırlandığını belirterek, 'ölüm mangalarının bir bölümü elimizdedir' açıklamasında bulundu. 29 Mart 2007'de açıklama yapan HPG ise, 'Ateşkes anlamını yitirdi. Ateşkesi sürdürmekten çok nasıl bir savaş yürüteceğimizi tartışıyoruz' dedi. Aynı uyarılar 29 Mart 2007'de HPG Anakarargah Komutanı Bahoz Erdal'dan da geldi.Kaynak: Özgündem
Cengiz Çandar: DTP'nin PKK ile bağı Kürt sorunudur
Cengiz Çandar: DTP'nin PKK ile bağı Kürt sorunudur
‘Türkiye'de Kürtler: Barış Süreci İçin Temel Gereksinimler' konferansında ‘Uluslar arası Aktörlerin Rolü ve İhtilaf Çözümüne Yönelik Uluslararası Mekanizmalar' konulu oturumda Türkiye'nin Kürt kimliğine karşı ön yargılarının aşması gerektiğine vurgu yapılarak DTP'nin PKK ile bağının Kürt sorunu için olduğu belirtildi.
Diyarbakır Barosu ile Heincrich Böll Stiftung Derneği’nin düzenlediği 'Türkiye'de Kürtler: Barış Süreci İçin Temel Gereksinimler' konferansı öğleden sonra ‘Uluslar arası Aktörlerin Rolü ve İhtilaf Çözümüne Yönelik Uluslarası Menakizmalar' konulu oturumla devam etti. Oturumda Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Michael Gunter ve gazeteci Cengiz Çandar sunumda bulundu.
İlk sunumda bulunan Baskın Oran, Kürtlerin kurtuluş savaşındaki yeri ve dünya sahnesine çıkış tarihini anlattı. Prof. Michael Gunter ise Irak’taki Kürtlere Irak’ın dönüm noktasında bir fırsat verildiğini dile getirerek, Türkiye’deki Kürtlere ise Türkiye’nin AB’ye üye olma yolundaki reformlara dayalı bir fırsatın geliştirileceğini belirtti. Türkiye’nin çağdaş uygarlık yolunun AB ilkelerine uymak olduğunu kaydeden Gunter, Türkiye’nin AB adaylığının saf bir şekilde desteklenemeyeceğini söyledi. AB parlamenterlerinin parlamentoya Türkiye için yeni bir taslak önerdiğini belirten Gunter, Türkiye’nin bu taslakta sert bir şekilde eleştirildiğine işaret etti. Türkiye reformlarının 2005’ten bu yana yavaşladığını söyleyen Gunter, kadın hakları, insan hakları gibi birçok hakta ihlallerin yaşandığını aktardı. AB’ye uyum sürecinin Yeni Ceza Kanunu'nun hazırlanmasına yol açtığını belirten Gunter, yasaların halen düşünce özgürlüğünü tanımadığını belirterek buna 301. maddeyi örnek gösterdi.
'Türkiye Kürt kimliğine karşı önyargıları aşmalı'
Türkiye Cumhuriyeti'nin (TC) Lozan Antlaşması çerçevesinde sadece Müslüman olmayanları azınlık statüsünde kabul ettiğini hatırlatan Gunter, Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam dinin milliyetten önce geldiğine dikkat çekti. Modern TC'nin Yunanlılara karşı yoğun bir mücadele sonucu oluştuğunu belirten Gunter, tarihte Türklerin Yunanlılara ve Ermenilere karşı mücadele ettiğini dile getirdi. Gunter son olarak Türkiye’nin Kürt kimliğine karşı taşıdığı zihniyet ve ön yargıları aşması gerektiğine vurgu yaptı.
'Kürt sorunu Kürt aktörler tarafından heba edildi'
Cengiz Çandar ise, Kürt sorunun bir devlet sorunu olduğuna ilişkin yazdığı bir yazısını değinerek konuşmasına başladı. Tarihte bir birinden ayrılan devletlerin AB çatısı altında buluştuğunu belirten Çandar, tarihte birde devletler arasında kanlı ayrılış modellerinin Yogoloslavya ve Irak devletlerinde somutlaştığını dile getirdi. Kürt sorunun Kürt aktörler tarafından heba edildiğini ileri süren Çandar, 17 Aralık müzakelerinin yapıldığı bir dönemde PKK’nin silahlı mücadeleye başlamaması gerektiğini savundu.
'DTP'nin PKK ile bağı Kürt sorunu için vardır'
Başbakan Erdoğan’ın ‘DTP önce PKK’ye terörist desin’ açıklamasının doğru bulmadığını dile getiren Çandar, DTP’nin PKK ile organik bağı olduğunu öne sürdü. Çandar konuşmasını şöyle sürdürdü: “DTP’nin PKK ile bağı Kürt sorunu için vardır. Yoksa DTP’nin varlığı olmazdı. DTP ve PKK gibi örgütlerinin benzeri, dünyada da var. Kürt sorununun Kürt aktörleri kendilerini şiddet olgusundan kesinlikle ayrıştırmaları gerekiyor. Önemli olan varılacak yer değil seyahatin kendisidir. Çünkü seyahatin kendisi Türkiye’yi değiştiriyor. Türkiye’de Kürt haklarına şiddetle itiraz edenler iktidarı terk ettiler. Önemli olan Türkiye’de paradigma değişimidir.”DİHA
‘Türkiye'de Kürtler: Barış Süreci İçin Temel Gereksinimler' konferansında ‘Uluslar arası Aktörlerin Rolü ve İhtilaf Çözümüne Yönelik Uluslararası Mekanizmalar' konulu oturumda Türkiye'nin Kürt kimliğine karşı ön yargılarının aşması gerektiğine vurgu yapılarak DTP'nin PKK ile bağının Kürt sorunu için olduğu belirtildi.
Diyarbakır Barosu ile Heincrich Böll Stiftung Derneği’nin düzenlediği 'Türkiye'de Kürtler: Barış Süreci İçin Temel Gereksinimler' konferansı öğleden sonra ‘Uluslar arası Aktörlerin Rolü ve İhtilaf Çözümüne Yönelik Uluslarası Menakizmalar' konulu oturumla devam etti. Oturumda Prof. Dr. Baskın Oran, Prof. Michael Gunter ve gazeteci Cengiz Çandar sunumda bulundu.
İlk sunumda bulunan Baskın Oran, Kürtlerin kurtuluş savaşındaki yeri ve dünya sahnesine çıkış tarihini anlattı. Prof. Michael Gunter ise Irak’taki Kürtlere Irak’ın dönüm noktasında bir fırsat verildiğini dile getirerek, Türkiye’deki Kürtlere ise Türkiye’nin AB’ye üye olma yolundaki reformlara dayalı bir fırsatın geliştirileceğini belirtti. Türkiye’nin çağdaş uygarlık yolunun AB ilkelerine uymak olduğunu kaydeden Gunter, Türkiye’nin AB adaylığının saf bir şekilde desteklenemeyeceğini söyledi. AB parlamenterlerinin parlamentoya Türkiye için yeni bir taslak önerdiğini belirten Gunter, Türkiye’nin bu taslakta sert bir şekilde eleştirildiğine işaret etti. Türkiye reformlarının 2005’ten bu yana yavaşladığını söyleyen Gunter, kadın hakları, insan hakları gibi birçok hakta ihlallerin yaşandığını aktardı. AB’ye uyum sürecinin Yeni Ceza Kanunu'nun hazırlanmasına yol açtığını belirten Gunter, yasaların halen düşünce özgürlüğünü tanımadığını belirterek buna 301. maddeyi örnek gösterdi.
'Türkiye Kürt kimliğine karşı önyargıları aşmalı'
Türkiye Cumhuriyeti'nin (TC) Lozan Antlaşması çerçevesinde sadece Müslüman olmayanları azınlık statüsünde kabul ettiğini hatırlatan Gunter, Türkiye Cumhuriyeti'nde İslam dinin milliyetten önce geldiğine dikkat çekti. Modern TC'nin Yunanlılara karşı yoğun bir mücadele sonucu oluştuğunu belirten Gunter, tarihte Türklerin Yunanlılara ve Ermenilere karşı mücadele ettiğini dile getirdi. Gunter son olarak Türkiye’nin Kürt kimliğine karşı taşıdığı zihniyet ve ön yargıları aşması gerektiğine vurgu yaptı.
'Kürt sorunu Kürt aktörler tarafından heba edildi'
Cengiz Çandar ise, Kürt sorunun bir devlet sorunu olduğuna ilişkin yazdığı bir yazısını değinerek konuşmasına başladı. Tarihte bir birinden ayrılan devletlerin AB çatısı altında buluştuğunu belirten Çandar, tarihte birde devletler arasında kanlı ayrılış modellerinin Yogoloslavya ve Irak devletlerinde somutlaştığını dile getirdi. Kürt sorunun Kürt aktörler tarafından heba edildiğini ileri süren Çandar, 17 Aralık müzakelerinin yapıldığı bir dönemde PKK’nin silahlı mücadeleye başlamaması gerektiğini savundu.
'DTP'nin PKK ile bağı Kürt sorunu için vardır'
Başbakan Erdoğan’ın ‘DTP önce PKK’ye terörist desin’ açıklamasının doğru bulmadığını dile getiren Çandar, DTP’nin PKK ile organik bağı olduğunu öne sürdü. Çandar konuşmasını şöyle sürdürdü: “DTP’nin PKK ile bağı Kürt sorunu için vardır. Yoksa DTP’nin varlığı olmazdı. DTP ve PKK gibi örgütlerinin benzeri, dünyada da var. Kürt sorununun Kürt aktörleri kendilerini şiddet olgusundan kesinlikle ayrıştırmaları gerekiyor. Önemli olan varılacak yer değil seyahatin kendisidir. Çünkü seyahatin kendisi Türkiye’yi değiştiriyor. Türkiye’de Kürt haklarına şiddetle itiraz edenler iktidarı terk ettiler. Önemli olan Türkiye’de paradigma değişimidir.”DİHA
Durakta bir adam
Durakta Bir adam…
Adam yavaş adımlarla durağa gelip beklemeye başladı. Hafifçe etrafını süzüyor bir yandan da sokağın başına durmadan bakıyordu. Arabanın geleceği yöne sık sık göz atıyordu. Durağın içindeki bankın üzerine oturdu ve elindeki kitabı açıp bir şeyler okumaya başladı. Halil Cibran’ın ‘ermiş’ kitabını okuyordu. İkinci seferiydi kitabı okuması ama bir türlü bırakamıyordu elinden. Kitaba öyle dalmıştı ki yanına gelip oturan kadını fark etmemişti bile. Bir arabanın yanından geçip gittiğini gördüğünde niçin orda olduğunun farkına varmıştı. Minibüs gelip önünde durmuş olmasına rağmen fark edememişti. Ancak gaza bastığında farkına varmıştı ki o zaman da yeni sayfaya geçtiği için kafası dağılmıştı.
Tam o anda minibüsün gittiğini fark eder etmez hemen ayağa kalktı ama çok geç olmuştu artık. El sallamaları nafileydi minibüs çoktan imparator çay bahçesinin köşesinden dönmüştü. ‘Tüh’ dedi biran. Öylece minibüsün arkasından baka kalmıştı ve elleri havada boş bir şekilde sallanıyordu. Minibüs köşeyi döndükten sonra arkasına dönüp yerine oturdu. Tam bu esnada yanında bir kadının olduğunu fark edebildi.
Kadın çok güzeldi,alımlıydı,boyu posu yerindeydi. Esmerdi kadın. Bembeyaz bir teni, inci gibi siyah gözleri, pürüzsüz bir yüzü ve kaşları sanki Marmara denizinin kuzey ve güney kıyıları… kadın öylece ona baktı, öylece onu seyretti biran hiçbir şeyi umursamadan, hiçbir şeye aldırmadan öylece süzdü havadaki taneciklerle beraber. Ve adam donup kalmıştı kadının muhteşem güzelliği karşısında. Sadece göz ucuyla bakıyordu ara sıra, sadece gözlerine izin veriyordu cennettin güzelliğinden yararlanması için. Biran ‘‘Allah’ım’’ dedi adam. Bu güzellik acaba hayalmiydi yoksa gerçeğin cennetten çıkma yansıması mı. Kafası kadını gördüğünden beri çok karışmıştı. Kadına bakmak istiyordu ama bakmanın ne anlamlar doğuracağını bilmediği için bakmaktan çekiniyordu.
Kitabı yavaşça açıp okur gibi yaptı ama nafile hangi sayfayı açtığını kendisi bile bilmiyordu. Sadece bakıyordu öylece boşluğa. Başını bir an kaldırıp kadına göz ucuyla bakmak istemişti ki kadınında kendisine baktığını fark etti. Kadın baktıkça o da baktı, o baktıkça kadın baktı. Birbirlerini öylece süzdüler,geçmişlerini,tarihlerini,kavimlerini, gelece baktılar kendi yüzlerinde, hesaplar yaptılar aralarında duran zamanın kör elleriyle, cinayetler işlediler ruhlarında, bedenlerini ateşe verdiler ortalık yerde,ortalık yerde herkesin olduğu bir anda ve kimsenin görmediği bir zamanda gözleriyle birbirlerini soydular, birbirlerine aşık oldular ve sardılar birbirlerini o durakta öylece seviştiler.
Yorgun bir savaştan çıkmış birer savaşçı gibi gözleri bir an birbirini bulamadı. Başlar hafifçe yana kaydı ve gelen minibüsün sesiyle her şey birbirine karıştı. Kendini içinden yiyordu adam. Arabaya binmesi lazımdı ama bir yandan da binmemesi gerekiyordu. İçinden bütün geçmişinin hesabını yapıyor gibiydi. Tarihe beraberce yazılmış harflerin silineceği korkusu üstüne çökmüştü sanki. Sanki asırlardır tarihi beraberce yazıyorlardı.
Yorgun bir savaşçı gibi adam oturduğu yerden kalktı ve arabaya doğru yürüdü tam arabaya binecekken son bir defa kadının gözlerinin içindeki kendi ruhuna baktı. Ve orada ezilmiş, yenik düşmüş, hayatı bir türlü anlamamış,hayattan tat alamamış,kavimler göçüne asırlarca önce maruz kalmış bir ruh gördü, bedeni boşlukta duran bir adam gördü, adamı ayakta tutan hiçbir şeyin kendisinde varolmadığını gördü. Öylece sırtını dönüp arabaya bindi ve camdan son bir defa daha baktı. Kadın sadece bir gülücük uzattı hafifçe kiraz dudaklarıyla ve adamın mercan gözlerinin ortasına kondurdu.
Araba yol aldı yeni bir zamana ve biten kısa bir aşkın hüzünlü sesiyle. Aslında kısa sürmemişti aşk zamanın başlangıcından beridir böyle bir aşk yaşanmamıştı. Zamanın başından beridir bir anda her şey yaşanmamıştı, bir anda bütün güzellikler,bütün kötülükler ve saatler durmamıştı.
Adam kendisine kıydığını düşündü, kendisinin idam sehpasındaki halini düşündü. Nede korkunç bir şey yaptığını tekrarlıyordu içinden. Kavimlerin göçünden beridir yanında duran birisinden ayrılığını hissetti bir an. Bir zaman sonra düştüğü kuyu gözlerinin önüne geldi, düştüğü karanlık kör kuyu. Öylece sarmıştı etrafını göz gözü görmüyordu ve adam orada yalnızdı,kimsesiz,biçareydi.
Araba imparator çay bahçesinin önünden köşeyi döner dönmez bir ses geldi şoförün kulağına minibüsün en arkasından. ‘İnecek var’ sesiyle araba sağa yanaştı ve durdu. Çıkan kapıdan hemen fırladı adam hiç beklemeden. Adımlarını öyle hızlı atıyordu ki sanki arkasından ordular, krallar, padişahlar kovalıyordu. Kendi kendine ‘işte’ diyordu. Evet sadece bir tane işte’ye sığdırıyordu her şeyi. Hızlı adımlar onun kurtarıcısı,cennet kapılarının bekçisiydi ama onu hızlı adımlarda kurtaramadı.
Durağı görünce yerinde öylece durup baktı ve neler kaçırdığını geçirdi aklından. Nice güzellikleri kendi elleriyle nasıl da süpürüp attığını gördü,nice güzelliklere nasılda elinin altındayken dokunmadığını,dokunmaktan korktuğunu gördü. Kadını bir an gözlerinin önüne getirdi. Gözlerini,dudaklarını, bir resimden fışkırıp çıkan muhteşem güzelliğini getirdi, bakışmalardaki sert sevişmeleri, sert dokunuşları, tarihe beraberce başladıkları günü, kavimler göçüne kendilerinin sebep olduğunu getirdi gözlerinin önüne ve öylece orada kalakaldı. Niye sonradır ki ağzından sadece bir ‘tüh’ lafı çıktı tarihin yazılmış sayfalarına hiç yakışmayan, tarihe hep hor gözlerle bakan, tarihi her zaman küçümsemiş, içinin dolu olmadığı ve aynı zamanda boşta olmadığı insanın iyiden çok kötü düşündürten bir ‘tüh’ lafı çıktı. Sonra öylece alnındaki elini ensesine götürüp hafif bir kaşıma bitiğinde arkasını dönüp gitti ve arkasında sadece boş bir durak, birkaç araba sesi, bir kadının gözlerini ve ermiş bir yazarın kitabını bıraktı. Yavaş adımlarla Uşak şehrinin havasına biraz hüzün katarak imparator çay bahçesinin köşesinden dönüp gitti.
Adam yavaş adımlarla durağa gelip beklemeye başladı. Hafifçe etrafını süzüyor bir yandan da sokağın başına durmadan bakıyordu. Arabanın geleceği yöne sık sık göz atıyordu. Durağın içindeki bankın üzerine oturdu ve elindeki kitabı açıp bir şeyler okumaya başladı. Halil Cibran’ın ‘ermiş’ kitabını okuyordu. İkinci seferiydi kitabı okuması ama bir türlü bırakamıyordu elinden. Kitaba öyle dalmıştı ki yanına gelip oturan kadını fark etmemişti bile. Bir arabanın yanından geçip gittiğini gördüğünde niçin orda olduğunun farkına varmıştı. Minibüs gelip önünde durmuş olmasına rağmen fark edememişti. Ancak gaza bastığında farkına varmıştı ki o zaman da yeni sayfaya geçtiği için kafası dağılmıştı.
Tam o anda minibüsün gittiğini fark eder etmez hemen ayağa kalktı ama çok geç olmuştu artık. El sallamaları nafileydi minibüs çoktan imparator çay bahçesinin köşesinden dönmüştü. ‘Tüh’ dedi biran. Öylece minibüsün arkasından baka kalmıştı ve elleri havada boş bir şekilde sallanıyordu. Minibüs köşeyi döndükten sonra arkasına dönüp yerine oturdu. Tam bu esnada yanında bir kadının olduğunu fark edebildi.
Kadın çok güzeldi,alımlıydı,boyu posu yerindeydi. Esmerdi kadın. Bembeyaz bir teni, inci gibi siyah gözleri, pürüzsüz bir yüzü ve kaşları sanki Marmara denizinin kuzey ve güney kıyıları… kadın öylece ona baktı, öylece onu seyretti biran hiçbir şeyi umursamadan, hiçbir şeye aldırmadan öylece süzdü havadaki taneciklerle beraber. Ve adam donup kalmıştı kadının muhteşem güzelliği karşısında. Sadece göz ucuyla bakıyordu ara sıra, sadece gözlerine izin veriyordu cennettin güzelliğinden yararlanması için. Biran ‘‘Allah’ım’’ dedi adam. Bu güzellik acaba hayalmiydi yoksa gerçeğin cennetten çıkma yansıması mı. Kafası kadını gördüğünden beri çok karışmıştı. Kadına bakmak istiyordu ama bakmanın ne anlamlar doğuracağını bilmediği için bakmaktan çekiniyordu.
Kitabı yavaşça açıp okur gibi yaptı ama nafile hangi sayfayı açtığını kendisi bile bilmiyordu. Sadece bakıyordu öylece boşluğa. Başını bir an kaldırıp kadına göz ucuyla bakmak istemişti ki kadınında kendisine baktığını fark etti. Kadın baktıkça o da baktı, o baktıkça kadın baktı. Birbirlerini öylece süzdüler,geçmişlerini,tarihlerini,kavimlerini, gelece baktılar kendi yüzlerinde, hesaplar yaptılar aralarında duran zamanın kör elleriyle, cinayetler işlediler ruhlarında, bedenlerini ateşe verdiler ortalık yerde,ortalık yerde herkesin olduğu bir anda ve kimsenin görmediği bir zamanda gözleriyle birbirlerini soydular, birbirlerine aşık oldular ve sardılar birbirlerini o durakta öylece seviştiler.
Yorgun bir savaştan çıkmış birer savaşçı gibi gözleri bir an birbirini bulamadı. Başlar hafifçe yana kaydı ve gelen minibüsün sesiyle her şey birbirine karıştı. Kendini içinden yiyordu adam. Arabaya binmesi lazımdı ama bir yandan da binmemesi gerekiyordu. İçinden bütün geçmişinin hesabını yapıyor gibiydi. Tarihe beraberce yazılmış harflerin silineceği korkusu üstüne çökmüştü sanki. Sanki asırlardır tarihi beraberce yazıyorlardı.
Yorgun bir savaşçı gibi adam oturduğu yerden kalktı ve arabaya doğru yürüdü tam arabaya binecekken son bir defa kadının gözlerinin içindeki kendi ruhuna baktı. Ve orada ezilmiş, yenik düşmüş, hayatı bir türlü anlamamış,hayattan tat alamamış,kavimler göçüne asırlarca önce maruz kalmış bir ruh gördü, bedeni boşlukta duran bir adam gördü, adamı ayakta tutan hiçbir şeyin kendisinde varolmadığını gördü. Öylece sırtını dönüp arabaya bindi ve camdan son bir defa daha baktı. Kadın sadece bir gülücük uzattı hafifçe kiraz dudaklarıyla ve adamın mercan gözlerinin ortasına kondurdu.
Araba yol aldı yeni bir zamana ve biten kısa bir aşkın hüzünlü sesiyle. Aslında kısa sürmemişti aşk zamanın başlangıcından beridir böyle bir aşk yaşanmamıştı. Zamanın başından beridir bir anda her şey yaşanmamıştı, bir anda bütün güzellikler,bütün kötülükler ve saatler durmamıştı.
Adam kendisine kıydığını düşündü, kendisinin idam sehpasındaki halini düşündü. Nede korkunç bir şey yaptığını tekrarlıyordu içinden. Kavimlerin göçünden beridir yanında duran birisinden ayrılığını hissetti bir an. Bir zaman sonra düştüğü kuyu gözlerinin önüne geldi, düştüğü karanlık kör kuyu. Öylece sarmıştı etrafını göz gözü görmüyordu ve adam orada yalnızdı,kimsesiz,biçareydi.
Araba imparator çay bahçesinin önünden köşeyi döner dönmez bir ses geldi şoförün kulağına minibüsün en arkasından. ‘İnecek var’ sesiyle araba sağa yanaştı ve durdu. Çıkan kapıdan hemen fırladı adam hiç beklemeden. Adımlarını öyle hızlı atıyordu ki sanki arkasından ordular, krallar, padişahlar kovalıyordu. Kendi kendine ‘işte’ diyordu. Evet sadece bir tane işte’ye sığdırıyordu her şeyi. Hızlı adımlar onun kurtarıcısı,cennet kapılarının bekçisiydi ama onu hızlı adımlarda kurtaramadı.
Durağı görünce yerinde öylece durup baktı ve neler kaçırdığını geçirdi aklından. Nice güzellikleri kendi elleriyle nasıl da süpürüp attığını gördü,nice güzelliklere nasılda elinin altındayken dokunmadığını,dokunmaktan korktuğunu gördü. Kadını bir an gözlerinin önüne getirdi. Gözlerini,dudaklarını, bir resimden fışkırıp çıkan muhteşem güzelliğini getirdi, bakışmalardaki sert sevişmeleri, sert dokunuşları, tarihe beraberce başladıkları günü, kavimler göçüne kendilerinin sebep olduğunu getirdi gözlerinin önüne ve öylece orada kalakaldı. Niye sonradır ki ağzından sadece bir ‘tüh’ lafı çıktı tarihin yazılmış sayfalarına hiç yakışmayan, tarihe hep hor gözlerle bakan, tarihi her zaman küçümsemiş, içinin dolu olmadığı ve aynı zamanda boşta olmadığı insanın iyiden çok kötü düşündürten bir ‘tüh’ lafı çıktı. Sonra öylece alnındaki elini ensesine götürüp hafif bir kaşıma bitiğinde arkasını dönüp gitti ve arkasında sadece boş bir durak, birkaç araba sesi, bir kadının gözlerini ve ermiş bir yazarın kitabını bıraktı. Yavaş adımlarla Uşak şehrinin havasına biraz hüzün katarak imparator çay bahçesinin köşesinden dönüp gitti.
Ünal ÇAĞABEY
10/10/2006
10/10/2006
29 Eylül 2007 Cumartesi
En kolay şey nedir?
Bir bulanıklı olarak yerelde Bulanııklıların genelde Kürt halkının kendi farkına varması bazı olumsuzlukara tepki göstermesi sevindirici ve ciddi bir yeniliğin göstergesidir
Arkadaşlar iyi kötü bir web sitemiz var ve bu sitede düşüncelerimizi özgürce dile getirebiliyoruz bu sitenin aracılığıyla sizlere bir sorum olacak
En kolay şey nedir?
Biraz düşünün isterseniz... Yapılan şeyi beğenmemek kötü ve eksik taraflarını her ortamda dile getirmek karalamak,küçümsemek..
Bu durumda en zor şey nedir diye bir soru sorsam ona vereceğiniz cevabı tahmin eder gibiyim ..
En zor şeyde yıkılmış,parçalanmış,kırılmış şeyi düzeltmekkusursuz hale biraraya getirmeye çalışmaktır.
Bana öyle geliyorki hepimiz en bedavasına en zahmetsizine hiç bir emek ve fedakarlık gerektirmeyene talibiz
Belediyenin kusur ve eksiklerini symak hatta onu güldür güldür yıkmak zor bir iş değildir bunun için bir kaç tahrib kalıbı yeterde artar ama gelinde bir belediye binası yapmayı deneyin bakalım önünüze neler çıkacak öyle bir iki saatlik iş değildir aylarca çalışmak milyarlarca liralik imkan yüzlerce işçi ve sanatkar en modern araçlar varmısınız bunları faaliyete geçirmeye ..
Ama tahribe herkesin aklı kesiyor
Bunun için çaresi gösterilmeden yapılan eleştiri delinin kuyuya taş atmasına benzer yıkıcı eleştiri kolay bir tahrib usuludur doğruyu göstermeden yapılan eleştiriyi hiçhaklı bulunmaması hatta değer verilmemesi lazım
eleştirdiğiniz konuda beğenmediğinizi söylerken beğeneceğinizi ddorununda nasıl olacağını söylemelisiniz.
Eğrisi bu ise doğrusu nasıl onu söyleyeceksiniz
Ben Bunu beğenmiyorum bu yetersizdir bu eksikliktir bu yanlıştır diyorsunuz
Tamam belkide siz haklısınız ama bu işin doğrusu nasıl olacak kusursuz olanı nasıl olacak onada bir açıklık getirin.
Onu bilmem bildiğim tek şey bunun yanlış kusurlu ve eksik olduğudur
İşte bunuda ben bilmem bu yıkıcı bir eelştiridir kuyuya kolayca bir taş bırakmaktır.
Bana kalırsa çözümünü göstermediğimiz sorunu eleştirmeye hakkımız yoktur eleştiri hakkı eleştirdiği şeyin doğrusunu gösterenlere aittir doğrusunu bilmeyenin eğrilik idaası havada kalır
Ne dersiniz en kolay şey olan karalama,yıkma,fırsattan istifade etmeyemi talibiz yoksaçözümünü gösterdiğimiz eleştiriyemi
Cahit Çağabey
Arkadaşlar iyi kötü bir web sitemiz var ve bu sitede düşüncelerimizi özgürce dile getirebiliyoruz bu sitenin aracılığıyla sizlere bir sorum olacak
En kolay şey nedir?
Biraz düşünün isterseniz... Yapılan şeyi beğenmemek kötü ve eksik taraflarını her ortamda dile getirmek karalamak,küçümsemek..
Bu durumda en zor şey nedir diye bir soru sorsam ona vereceğiniz cevabı tahmin eder gibiyim ..
En zor şeyde yıkılmış,parçalanmış,kırılmış şeyi düzeltmekkusursuz hale biraraya getirmeye çalışmaktır.
Bana öyle geliyorki hepimiz en bedavasına en zahmetsizine hiç bir emek ve fedakarlık gerektirmeyene talibiz
Belediyenin kusur ve eksiklerini symak hatta onu güldür güldür yıkmak zor bir iş değildir bunun için bir kaç tahrib kalıbı yeterde artar ama gelinde bir belediye binası yapmayı deneyin bakalım önünüze neler çıkacak öyle bir iki saatlik iş değildir aylarca çalışmak milyarlarca liralik imkan yüzlerce işçi ve sanatkar en modern araçlar varmısınız bunları faaliyete geçirmeye ..
Ama tahribe herkesin aklı kesiyor
Bunun için çaresi gösterilmeden yapılan eleştiri delinin kuyuya taş atmasına benzer yıkıcı eleştiri kolay bir tahrib usuludur doğruyu göstermeden yapılan eleştiriyi hiçhaklı bulunmaması hatta değer verilmemesi lazım
eleştirdiğiniz konuda beğenmediğinizi söylerken beğeneceğinizi ddorununda nasıl olacağını söylemelisiniz.
Eğrisi bu ise doğrusu nasıl onu söyleyeceksiniz
Ben Bunu beğenmiyorum bu yetersizdir bu eksikliktir bu yanlıştır diyorsunuz
Tamam belkide siz haklısınız ama bu işin doğrusu nasıl olacak kusursuz olanı nasıl olacak onada bir açıklık getirin.
Onu bilmem bildiğim tek şey bunun yanlış kusurlu ve eksik olduğudur
İşte bunuda ben bilmem bu yıkıcı bir eelştiridir kuyuya kolayca bir taş bırakmaktır.
Bana kalırsa çözümünü göstermediğimiz sorunu eleştirmeye hakkımız yoktur eleştiri hakkı eleştirdiği şeyin doğrusunu gösterenlere aittir doğrusunu bilmeyenin eğrilik idaası havada kalır
Ne dersiniz en kolay şey olan karalama,yıkma,fırsattan istifade etmeyemi talibiz yoksaçözümünü gösterdiğimiz eleştiriyemi
Cahit Çağabey
300.ÖLÜM YIL DÖNÜMÜNDE EHMEDÊ XANÎ
300.ÖLÜM YIL DÖNÜMÜNDE
EHMEDÊ XANÎ
MEM Û ZİN
57
Sana olan eğilimdir aşıkları çekip götüren
Ve de senin derdindir gönüllere acı veren
Sendin şirini pervize şekerleştirende
Ferhat’a kanlı gözyaşları döktürende
Leyla’yı mecnuna sen bela ettin
Ve ramimi veysiye sen ram ettin
Yusuf’u niçin gösterdin züleyhaya
Vamıkı nasıl kavuşturdun azraya
Elli kez gidip elli hac eda eden
Şeyhi. Gavur kızı için delirtin sen
61
189
Saki Allah için gelde iyilik ediver
Cem kadehine bir yudum şarap koyuver
Ki kadeh şarapla dünyayı göstersin
Ve dilediğimiz ne varsa görünüversin
Ve aydınlansın önümüzde durum
Geleceğimiz başarılı olacak mı bakalım
Talihsizliğimiz doruğa çıkmış işte ermiş kemale
Acaba yüz tutumu inişe geçmeye zevale
Yoksa hep böyle olduğu yerde mi bekleyecek
Taki zamanın sonu gelip çatıncaya dek
Hiç olanaklımı çarkında şu feleğin
Bir yıldızda çıksın bizim için
Ve tarihimiz bize yar oluversin
Ve bir kez uykudan uyanıversin
Kılıcı ortaya konsun gücümüzün
Ve değeri bilinsin kalemimizin
Derdimize deva ve ilaç bulsun
Bilimimizde geçerlilik kazansın
199
Olsaydı eğer bir başı yücemiz
İyilik sahibi bir şiir isteyenimiz
Şikeyle basılırdı bizimde külçemiz
Ve kalmazdı böyle kuşkulu ve geçersiz
Bizimde bir padişahımız olsaydı eğer
Allah ona bir taç layık görseydi eğer
Belirlenmiş olsaydı onun için bir taht
Açıkçası açılırdı bizim içinde baht
Gam yerdi biz öksüzler için vede acırdı
Soysuz ve aç gözlü çıkarcıların elinden bizi kurtarırdı
Bize galip gelmezdi şu rom ona yenilmezdik
Ve baykuşların elinde viraneye dönmezdik
Tutsak yoksul ve çaresiz düşmezdik
Türklere ve Taciklere yenilip boyun eğmezdik
EHMEDÊ XANÎ
MEM Û ZİN
57
Sana olan eğilimdir aşıkları çekip götüren
Ve de senin derdindir gönüllere acı veren
Sendin şirini pervize şekerleştirende
Ferhat’a kanlı gözyaşları döktürende
Leyla’yı mecnuna sen bela ettin
Ve ramimi veysiye sen ram ettin
Yusuf’u niçin gösterdin züleyhaya
Vamıkı nasıl kavuşturdun azraya
Elli kez gidip elli hac eda eden
Şeyhi. Gavur kızı için delirtin sen
61
189
Saki Allah için gelde iyilik ediver
Cem kadehine bir yudum şarap koyuver
Ki kadeh şarapla dünyayı göstersin
Ve dilediğimiz ne varsa görünüversin
Ve aydınlansın önümüzde durum
Geleceğimiz başarılı olacak mı bakalım
Talihsizliğimiz doruğa çıkmış işte ermiş kemale
Acaba yüz tutumu inişe geçmeye zevale
Yoksa hep böyle olduğu yerde mi bekleyecek
Taki zamanın sonu gelip çatıncaya dek
Hiç olanaklımı çarkında şu feleğin
Bir yıldızda çıksın bizim için
Ve tarihimiz bize yar oluversin
Ve bir kez uykudan uyanıversin
Kılıcı ortaya konsun gücümüzün
Ve değeri bilinsin kalemimizin
Derdimize deva ve ilaç bulsun
Bilimimizde geçerlilik kazansın
199
Olsaydı eğer bir başı yücemiz
İyilik sahibi bir şiir isteyenimiz
Şikeyle basılırdı bizimde külçemiz
Ve kalmazdı böyle kuşkulu ve geçersiz
Bizimde bir padişahımız olsaydı eğer
Allah ona bir taç layık görseydi eğer
Belirlenmiş olsaydı onun için bir taht
Açıkçası açılırdı bizim içinde baht
Gam yerdi biz öksüzler için vede acırdı
Soysuz ve aç gözlü çıkarcıların elinden bizi kurtarırdı
Bize galip gelmezdi şu rom ona yenilmezdik
Ve baykuşların elinde viraneye dönmezdik
Tutsak yoksul ve çaresiz düşmezdik
Türklere ve Taciklere yenilip boyun eğmezdik
Kaydol:
Yorumlar (Atom)